bahçe etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
bahçe etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

28 Temmuz 2012 Cumartesi

Bu yazı hafifleten şeyler...

Ramazan'a girmeden 2 günlük Trabzon gezisi:Turist kalabalığına, yaz ortası nemine, doğal bir kare yakalamanın o kadar da kolay olmadığı Uzungöl manzarasına, Sümela tırmanışının büyük şehir trafiği ile mücadeleye dönüşmesine rağmen.
Mıhlama, kara lahana sarması, kaygana, Nejla Hanım'ın fındıklı baklavası, laz böreği, tabii ki bol fındıklı sütlaç, boyumuzu aştığından fotoğraflık Trabzon ama yolluk mısır ekmeği(Rüştü'nün Fırını'nda kalmadığından komşu fırından).
Sevdiklerimizle paylaşılan hafif yaz sofraları : Semizotundan pirpirimler, kabaklı gözlemeler, mücverler, patlıcan salataları.
Uzak, yakın bahçelerden özenli, nefis, geçmişte bir yerlere götüren, içimi ısıtan hediyeler: gül reçelleri, dalından yeni kopmuş patlıcanlar, biberler, domatesler.
Ve eve, kendi içine döndüren, sakinleştiren, anlatan, dinleyen, başımızı okşayan yaz Ramazan'ı.


16 Haziran 2012 Cumartesi

Yuva Yapan Erkek Kuş...

...benim babam. Geçen sene, iki aydan biraz fazla bir zamanda, üç katlı bir ev yaptı bize Altınova'da. Bense babamın bir kaç ayda bitirdiği evi doğru dürüst gösterecek kadar fotoğrafı çekemedim aynı sürede, çekebildiğim kadarı aşağıda:). 
Bu sene babam, evin bahçesine, verandanın ve pek kıymetli arabasının gölgeliklerine verdi tüm dikkatini. Budaksız olsun diye kendi eliyle tek tek seçip ustalara uzattığı tahtalarla, neredeyse tüm bir gün balkondan baş aşağı sarkıp Musa Usta'yı göz hapsinde tutarak adım adım yapılışını teftiş ettiği gölgeliklere  harcanan emeğe bizzat şahidim. Daha geldiğimiz ilk gün, geçen senenin inşaat malzemesi yığınları yerine yeşil ve tertemiz bulduğumuz 140 metrekarelik bahçede ise, babamın harikulade simetri ayarlarına göre düzenlenmiş sebzelikler, askere alınmış gibi duran çiçekler(kıt'a dur, güneşeee dön!:)),
hevesli bir aceminin değil bir toprak adamının ölçü bilen elleriyle bahçenin farklı noktalarına dağıtılmış armut, vişne, erik, kayısı fidanları, kapı girişinde sizi karşılayan çamlar, yerini çoktan almış bile.
M. Abla'nın elma çiçekleri(dahlia/yıldız çiçekleri), sarıdünyaları(sardunya kendisi), lavantaları(reyhana benzeyen bir fesleğen türü aslında;) ) yani hiç şaşmadan, bilinenden farklı kendine özgü bir isimle andığı ama onun yeşil ellerinden serpili serpiliveren çiçekleri de eklenmiş bu resme. Babam üşenmeden Kırıkkale'den taşıdığı gübrelerle, ödünç alet edevatla çim de ekmiş kendi başına. Ben de eksik kalmadım, babamın yeni çim biçme makinesiyle bir güzel biçtim çimleri işte böyle. 
Çim makinesiyle biraz fazla sürat yapıyorum babama göre, babam ki araba kullanırken bildiğiniz bütün duaları okutan bir insan, kime çekecektim ki ben acaba?
Babamı izlerken ve annemi düşünürken, neden kolay kolay yerimde duramadığımı, neden her işi kendimi tüketmek pahasına hızlıca bitirmek istediğimi, neden çabuk kızdığımı, neden başkalarını pek eli yavaş bulduğumu, neden kendi bildiğimde inat ettiğimi anlamak dünyanın en kolay şeyi. Neden kendime engel de olacak kadar tedbirli, neden bu kadar ölçülü biçili, neden bu kadar az cesur olduğumu anlamaksa inadına zor. Bu zorluklar ve kolaylıkları tarta tarta güzel bir kaç gün geçirdik Altınova'da babamlarla.
Sabah yürüyüşünde çiçek toplamak, Madra Çayı'ndaki kurbağa sayısını tahmin etmeye çalışmak, gazetenin magazin sayfalarını okumak, geçerken uğramış teyze ve amcalarla çay içerken hep seninki gibi bakış açılarından duymaya alıştığın memleket analizlerini bir de onlardan dinlemek, yan bahçeden ikram edilen erikleri kıtırdatmak, kaşık kaşık koyun yoğurdu yemek, cevizli çörek ve çaydan bir öğün çıkarmak, Ayvalık'a, Adatepe'ye, Hasanboğuldu'ya, kaçınılmaz olarak Edremit Koçtaş'a:) uzanmak, mangala salata yetiştirmek, sivrisineklerden kaçamamak türünden başka hayat pratiklerini yaşamak bu bir kaç günün özeti. 
Bu kısa tatilden eve dönüş yolunda bir günlük İzmir molasından da geri kalmadık. 

53 yıllık Sevinç Pastanesi, nihayet lezzetlisine Adnan Usta'nın Girit Lokantası'nda denk geldiğim kabak çiçeği dolması, serinlemek için, babamın da sıkı tembihleri gereği Karşıyaka vapuru, biraz tarih için Arkeoloji Müzesi, sıcak havanın izin verdiği kadar dolaşabildiğimiz yine de beklediğimden çok daha cazip bir alışveriş mekanı gibi görünen Kemeraltı, Kızlarağası Hanı ile Konak-Alsancak civarıyla sınırlı bir mola şimdilik. 


23 Mayıs 2012 Çarşamba

Dünyayı Güzelleştirmek...

Oturduğumuz apartmanın önünde ve arkasında birer yudum bahçemiz var.
Apartmanın ilk günlerinden beri, neler taşımadık çiçek seralarından bu yudumcuklara. Pitosporumlar, yıldız çiçekleri, kartopu, kostanalar, yatık ardıçlar, çam ağaçları, limon serviler; sarı, pembe, kırmızı güller; ipin ucunu kaçırıp bir kiraz ağacı, bodurundan da olsa.
Bizden fırsat kaldığında, Edal Abla'nın süsenleri; hiç şaşmadan, gerçekten Kasım'da açan kasımpatıları gösterdi kendini.
Sabahın beşinde uyanıp çim sulamaları, dönüm dönüm arazimiz varmış gibi bahçe aletleri dizmeyi hiiç saymıyorum.
Velhasıl, bu yudumcuk bahçelerin, Ankara'da, üç beş yılda geldiği nokta bu.
Yine de bu yazının başlığı bizim için değil elbette; arada bir hünerli elleriyle bahçeye dokunup kontrolden çıkmış sürgünleri budayan, boynu bükük gülleri ilaçlayan, mevsimlik çiçeklerle boş kalan yerleri nakışlayan Mehmet Usta için.
İnsan dünyayı nasıl güzelleştirir sorusunun cevabını Mehmet Usta daha iyi bilmiyor mu?

1 Mayıs 2011 Pazar

Bahçeden...







Apartmanımızın bulunduğu arsada bir Ankara evi varmış önceden. O evin sahibi beyin anısına dikilmiş mor salkım,









Tecrübesizlikten eşi olmadan tek başına diktiğimiz 
ama her yıl "büyüklük bende kalsın" diyerek çiçeklenmenin bir yolunu bulan kiraz ağacı
(kiraz ağaçlarını çifter dikmek lazımmış, bir erkek, bir dişi...),
    


Bu sene, iş yerinin bahçesinde görüp şaşakaldığım ortancalardan sonra (Ankara'da iklim ılımanlaşmaya başladığı için burada da yetişiyormuş artık ortancalar iyi mi) bizim bahçede Bodrum papatyaları ve mineler. 



2 Mayıs 2010 Pazar

Büyük kitap




Henüz...



bahçemiz yok,


ama...


umudumuz 


ve 


kitabımız var:)