24 Haziran 2012 Pazar

Aynı nee?

Antep'in adı nereden geliyor'u açıklamak için "Mısır'ın Teb şehrinin aynısını yapmak istemişler. Aynıteb demişler, söylene söylene Ayıntap olmuş..." bıdır bıdır diye fena bir şey okudum bir yerlerde. Nerede okuduğumu biliyorum da bilmezlikten gelmek en iyisi. İşin aslının, wikipedia'nın söylediği gibi, şunlardan biri olması, akla daha yakın:


  • Ayıntap ismi, Hitit dilinde "han toprağı" anlamına gelen "Hantap"tan türemiştir. Bu ad söylene söylene Ayıntap olmuştur.
  • Ayıntap, Farsça pınarı bol anlamına gelir.
  • Ayın, Arapça göz, tap ise pınar anlamına gelir. Yani Ayıntap Arapça pınarın gözü anlamına gelir.
  • Ayıntap, adını eskiden bu yörede yaşamış bir kral olan Ayni'den almıştır.
  • Ayıntap adı parlayan şehir anlamına gelir.
  • Benim bir numaram, Hantap çünkü Hititlere kaynağı belirsiz bir ilgim var, iki numaramsa Parlayan Şehir çünkü doğruya doğru, şehir hala parlıyor. Aynıteb de makara kontenjanından listeye girebilirdi ama Antep makara yapasım değil bağrıma basasım gelen bir şehir, bu yüzden listemde yer yok ona(Bu arada, Antep'te bir lokantada çayımı yudumlarken arkamdaki masada oturan ve arkadaşına Antep'in ismi nereden geliyor diye soran beye dönüp(soru soruldu mu hiç dayanamam) bu Aynıteb masalını anlatmış olmam da bir başka mesele:)).
    Fıstığın şehri Antep'e, dut mevsiminde yolumuz düştü bu kez. 
    Gerçi bu yol, hakkını yememek gerek, itinayla düşürüldü. Cuma gecesi 22:00 için planlanan yolculuğun, bitemeyen bir iş nedeniyle kapısından dönüldü. O bitmeyen işin üstüne gidildi, gece 3:00 gibi bitince de bağlasan durulmadı, sabah 9:00 otobüsüne atlandı, on saatlik yolculuk, toplantı notları tutulup gazeteler kitaplar okunarak, molada bir kahvaltı daha edilerek uçtu gitti. On saatlik yolu, 1.5 günlük gezi için bize hiç gocunmadan göze aldıran bu şehre ilk görüşte bağlanmıştık bir kaç yıl önce.

    Geniş kaldırımlı modern caddelerinin yanında konaklarla, geleneksel ve hala çook hareketli çarşılarla, neşeli, iştahlı misafirlerin doldurduğu lokantalarla, şehrin göbeğinde, bir ucunda alışveriş merkezi cafeleri, diğer ucunda kocaman mangallarıyla piknikçileri ağırlayan, ortasından ince ince Alleben Deresi'nin süzüldüğü Kavaklık Mesire Yeri'yle, birinin başına oturup saatlerce seyretmek isteyeceğim mozaiklerin ev sahibi Zeugma Mozaik Müzesi ile Gaziantep bağlanılmayacak gibi de değil.
    Müze, şehir içindeki binasından, özel olarak inşa edilmiş ve kendisine dünyanın en büyük mozaik müzesi sıfatını kazandıran 1700 metrekarelik yeni yerine taşınmış. Bana sormadıkları için villa zemin mozaiklerini, Zeugma'da şehir nasılsa öyle yerleştirmemişler ve içlerine temsili mobilyalar koymamışlar ama lazerle mozaiklerin eksik bölümlerini tamamlamaları, ziyaretçilere dijital masalarda mozaik yapbozu oynama fırsatı vermeleri, Çingene Kızı'nı labirentvari, özel ve karanlık bir koridordan sessizlik içinde geçtikten sonra bir yıldız gibi karşınıza çıkarmaları ile affedildiler:).
    Antep'e altıncı gidişim bu. Nefis Antep yemekleri; yuvalama çorbası, en iyi gavurdağı salatalarından ve içli köftelerden biri, bol sebzeli Antep lahmacun, cevizli baklava bu sefer Aşina'da. Çok övülen küşneme, tavsiye üzerine gitmeyi planladığımız Halil Usta pazar günleri çalışmadığından kardeşi Mehmet Usta'da. Küşneme tecrübesi, masanıza oturduğunuzda her şey ufak ufak, lokantanın belirlediği bir sırada size getirildiği için güzel ama bence hala lezzette İmam Çağdaş'ın kebapları önde(Bu blogu tarayan birine, pek et sevmiyorum aslında desem ne düşünür acaba:)?). Güzel çaylar, maalesef rahat ettiğimiz bir şubesini Ankara'da artık bulamadığımız Big Chefs'te, Kavaklık manzarasına nazır. Yanında sütle servis edilen, bol peynirli künefe ise Erçelebi'de. Antep yemeklerinin talihsizliği, sıcak hava nedeniyle genelde iyi bir yemeği akşam saatlerine ertelediğimiz için, fotoğraflarının yetersiz ışıkta çekilmek zorunda kalınmış olması, bu nedenle bir kısmının da elenmesi, kusura bakmayın olmaz mı?

    16 Haziran 2012 Cumartesi

    Yuva Yapan Erkek Kuş...

    ...benim babam. Geçen sene, iki aydan biraz fazla bir zamanda, üç katlı bir ev yaptı bize Altınova'da. Bense babamın bir kaç ayda bitirdiği evi doğru dürüst gösterecek kadar fotoğrafı çekemedim aynı sürede, çekebildiğim kadarı aşağıda:). 
    Bu sene babam, evin bahçesine, verandanın ve pek kıymetli arabasının gölgeliklerine verdi tüm dikkatini. Budaksız olsun diye kendi eliyle tek tek seçip ustalara uzattığı tahtalarla, neredeyse tüm bir gün balkondan baş aşağı sarkıp Musa Usta'yı göz hapsinde tutarak adım adım yapılışını teftiş ettiği gölgeliklere  harcanan emeğe bizzat şahidim. Daha geldiğimiz ilk gün, geçen senenin inşaat malzemesi yığınları yerine yeşil ve tertemiz bulduğumuz 140 metrekarelik bahçede ise, babamın harikulade simetri ayarlarına göre düzenlenmiş sebzelikler, askere alınmış gibi duran çiçekler(kıt'a dur, güneşeee dön!:)),
    hevesli bir aceminin değil bir toprak adamının ölçü bilen elleriyle bahçenin farklı noktalarına dağıtılmış armut, vişne, erik, kayısı fidanları, kapı girişinde sizi karşılayan çamlar, yerini çoktan almış bile.
    M. Abla'nın elma çiçekleri(dahlia/yıldız çiçekleri), sarıdünyaları(sardunya kendisi), lavantaları(reyhana benzeyen bir fesleğen türü aslında;) ) yani hiç şaşmadan, bilinenden farklı kendine özgü bir isimle andığı ama onun yeşil ellerinden serpili serpiliveren çiçekleri de eklenmiş bu resme. Babam üşenmeden Kırıkkale'den taşıdığı gübrelerle, ödünç alet edevatla çim de ekmiş kendi başına. Ben de eksik kalmadım, babamın yeni çim biçme makinesiyle bir güzel biçtim çimleri işte böyle. 
    Çim makinesiyle biraz fazla sürat yapıyorum babama göre, babam ki araba kullanırken bildiğiniz bütün duaları okutan bir insan, kime çekecektim ki ben acaba?
    Babamı izlerken ve annemi düşünürken, neden kolay kolay yerimde duramadığımı, neden her işi kendimi tüketmek pahasına hızlıca bitirmek istediğimi, neden çabuk kızdığımı, neden başkalarını pek eli yavaş bulduğumu, neden kendi bildiğimde inat ettiğimi anlamak dünyanın en kolay şeyi. Neden kendime engel de olacak kadar tedbirli, neden bu kadar ölçülü biçili, neden bu kadar az cesur olduğumu anlamaksa inadına zor. Bu zorluklar ve kolaylıkları tarta tarta güzel bir kaç gün geçirdik Altınova'da babamlarla.
    Sabah yürüyüşünde çiçek toplamak, Madra Çayı'ndaki kurbağa sayısını tahmin etmeye çalışmak, gazetenin magazin sayfalarını okumak, geçerken uğramış teyze ve amcalarla çay içerken hep seninki gibi bakış açılarından duymaya alıştığın memleket analizlerini bir de onlardan dinlemek, yan bahçeden ikram edilen erikleri kıtırdatmak, kaşık kaşık koyun yoğurdu yemek, cevizli çörek ve çaydan bir öğün çıkarmak, Ayvalık'a, Adatepe'ye, Hasanboğuldu'ya, kaçınılmaz olarak Edremit Koçtaş'a:) uzanmak, mangala salata yetiştirmek, sivrisineklerden kaçamamak türünden başka hayat pratiklerini yaşamak bu bir kaç günün özeti. 
    Bu kısa tatilden eve dönüş yolunda bir günlük İzmir molasından da geri kalmadık. 

    53 yıllık Sevinç Pastanesi, nihayet lezzetlisine Adnan Usta'nın Girit Lokantası'nda denk geldiğim kabak çiçeği dolması, serinlemek için, babamın da sıkı tembihleri gereği Karşıyaka vapuru, biraz tarih için Arkeoloji Müzesi, sıcak havanın izin verdiği kadar dolaşabildiğimiz yine de beklediğimden çok daha cazip bir alışveriş mekanı gibi görünen Kemeraltı, Kızlarağası Hanı ile Konak-Alsancak civarıyla sınırlı bir mola şimdilik.