29 Temmuz 2012 Pazar

Şeftali...

sevmiyor olabilirdim, belki reçel de. Ama bu, şeftali reçelini sevmeyeceğim anlamına gelmezdi. Zaten bu sevme, sevmeme meselesi iyice birbirine girmişti. Tek başına düşündüğümde dondurma sevmiyordum çünkü artık dondurmalar çok tatlıydı, Şam fıstık sevmiyordum çünkü küçük uzaylılar kadar yeşildiler. İki akşam önce, bunları düşünürken, fıstıklı dondurma yemekteydim, zira o dondurmayı getiren eller ne getirse yiyebilirdim. Şeftali reçeli işine ise, itiraf ediyorum, bizzat kendi ellerimle girdim. 
Eşim şeftali seviyordu, abim şeftaliye bayılıyordu, bu yüzden kendim sevmezken, hangi tezgahta gözüme hoş görünen bir şeftali görsem iki ayrı torba dolduruyordum. Tabii gün geldi, bu dolu torbaları hızlıca başka bir şeye dönüştürmek gerekti, o gün, kendilerini sevenlerle buluşamayacak kadar az zamanları vardı. İşte aşağıdaki öykü böyle başladı.
  İnternetteki tariflerden (peekk çooklar), 1300 kg. şeftaliye 900 gr şeker konulanında karar kıldım. Sertlerinden seçilmiş şeftalileri yıkadım, soydum, yine yıkadım, bir kat şeker bir kat şeftali koyup çelik tencerede yarım saat beklettim(annem, meyveler sulanıncaya kadar bekletirdi, bu da bir kaç saatten fazla ederdi). Harlı ateşe koydum bu karışımı, 15 dakika kaynattım, sonra altını kıstım, koyulaşsın diye beklemeye başladım. Köpüklendikçe köpüklerini aldım(bu işin de bir püf noktası varmış, bir çay kaşığı kadar tereyağı eklendiğinde kaynamakta olan reçele köpükten eser kalmıyor ama annem reçel yaparken de baş köpük toplayıcı ben olduğumdan bu görevimden vazgeçmedim). Yine annem gibi, ara ara minik bir kaşık dolusu reçeli cam bir çay tabağına aktardım, yana eğip reçelcik ne kadar hızlı hareket ediyor diye izledim. Nihayet koyulaştığına kanaat getirdiğimde yarım limon suyu ekleyip bir 5 dakika daha kaynattım("tıkılattım" derdi anne sultan:) ). Peşin söyleyeyim bu reçel çok da fazla koyulaşmadı, koyulaşmak için biraz daha şekere ihtiyacı vardı ama benim elim fazlasına gitmedi, her ne kadar parlak, koyu kıvamlı reçel bence reçel olsa da bu kadarına tav oldum. Sıcakken kavanozlara doldurdum, birazını abimlerin çantasına, birazını bizim dolaba yerleştirdim. Ve sonraa bu öykünün takipçisi oldum. Bu yıl da aynı öykü tekrar etti bizim mutfakta. Çünkü şeftali reçelinin kokusu bambaşka, şeftali ve reçel sevmeyen biri için bile bu kokuyu duymaya değer güzel bir kahvaltı sofrasında.

28 Temmuz 2012 Cumartesi

Bu yazı hafifleten şeyler...

Ramazan'a girmeden 2 günlük Trabzon gezisi:Turist kalabalığına, yaz ortası nemine, doğal bir kare yakalamanın o kadar da kolay olmadığı Uzungöl manzarasına, Sümela tırmanışının büyük şehir trafiği ile mücadeleye dönüşmesine rağmen.
Mıhlama, kara lahana sarması, kaygana, Nejla Hanım'ın fındıklı baklavası, laz böreği, tabii ki bol fındıklı sütlaç, boyumuzu aştığından fotoğraflık Trabzon ama yolluk mısır ekmeği(Rüştü'nün Fırını'nda kalmadığından komşu fırından).
Sevdiklerimizle paylaşılan hafif yaz sofraları : Semizotundan pirpirimler, kabaklı gözlemeler, mücverler, patlıcan salataları.
Uzak, yakın bahçelerden özenli, nefis, geçmişte bir yerlere götüren, içimi ısıtan hediyeler: gül reçelleri, dalından yeni kopmuş patlıcanlar, biberler, domatesler.
Ve eve, kendi içine döndüren, sakinleştiren, anlatan, dinleyen, başımızı okşayan yaz Ramazan'ı.


7 Temmuz 2012 Cumartesi

Yaz Sürerken

"Geleneksel Çin Tıbbı'na göre Beş Element Teorisi, dünyayla ilişkimizi açıklayan yıllık doğa döngüsü modelidir. Teoriye göre yaz, maksimum aktivite düzeyine ulaşmış ve artık düşüşe geçmek üzere olan fonksiyonları temsil eder(Hmm, demek bundan bende enerji patlaması olamıyormuş yazın).Baharda hissettiğimiz canlanma ve heyecan, yerini daha dingin, bazen de biraz miskin devinimlere bıraktı, bırakacak(Doğanı inkar etme M.E., sen de bırak).Yaz, aynı zamanda yılın geri kalan kısmı için enerji yaratma ve bu enerjiyi depolama zamanıdır(Yavaşlamanın da nedeni varmış).Yazın özellikle kan miktarını ve kalitesini artıran yiyecekler yemek gerekir. Örneğin siyah üzüm, kayısı, barbunya, maydonoz, yeşil yapraklı bitkiler, tam pirinç ve buğday.
Yazın elementi ateşle özdeşleştirilen duygu sevinçtir. Bu durum, Beş Element Teorisi'nin en dinamik haliyse de, içsel zenginliğe ancak sakin ve az hareketli aktivitelerle ulaşırız." diyor Tijen İnaltong'un Mevsimlerle Gelen Lezzetler kitabında.                                                                                               
Bazen daha çok renge bürünmenin yolu, renk peşinde koşmayı bırakıp yavaşlamaktan mı geçiyor ki(Bir de maydonoz yemekten;))?