29 Nisan 2011 Cuma

"Akla Gelebilecek En Güzel Şey"





Bir 17. yüzyıl gezgini, 
Bursa için "akla gelebilecek en güzel şey" demiş. 

Ben Bursa'ya kafamı uzatıp kapıdan bakabildim bu seferlik. 

Öyle güzel bir yere açılıyordu ki kapı, tekrar orada olmayı diledim.

31 Mart 2011 Perşembe

Ben Geldim...

35 yıl önce, bir Mart ayının sonunda geldim.
Ağaçlar pıtır pıtır yaprak verirken.
Köklere su yürümüşken.
Toprak tam ısınmamışken, güneş belki nazlanırken, geldim.
Büyüdüm, ara ara, her yıl değil, bir kaç yılda bir, büyüdüm. En son 26 yaşındayken hatta, kocaman bir kız oldum.
Kızları sevdim büyüdükçe, kızlardan arkadaş, teyze, kardeş, dost edindim. Zaman geçti, kızları kaybettim, yerine yenilerini koymak mümkün olmadı. Kalanların yarasına merhem olamadım bazen, yanlarından geçip gittim.
Belki bu yüzden, bu günlerde, kızlar üzerine okuduğum her şey dokunuyor her zamankinden biraz fazla. Belki 8 Mart Dünya Kadınlar Günü'nü de tutup bu aya koyduklarından, belki masmavi gözlü anneannem,"kız babaanne"si İfakat'in bu ayda gittiğinden, her gelişim bana onun gidişini ve sonrakileri hatırlattığından belki. Ece Temelkuran "...genç kadınlar kendilerinden yaşlı kadınlarla konuşmalılar. Ama iyi yaşlanmış kadınlar bulmalılar. Annesinin lafından çıkmamış kadınları değil, bütün sözlerden çıkmış, sözler vermiş, tutamamış, sözlerini tuttuğu için ağlamış, ülkelere gitmiş gelmiş, adamlar terk etmiş, terk edilmiş, sonunda en çok gülmeyi ve umursamamayı öğrenmiş kadınları bulmalılar. Genç kadınlar kendilerine kılavuzlar seçmeliler. O kadınlarda uyutulan bilgileri uyandırmalılar. Ama iyi yaşlanmış, maceralarda eskimiş kadınlardan bahsediyoruz burada; kitabına göre yaşamışlardan mümkün mertebe uzak kalmalılar. Genç kadınlar hâlâ şarap içebilen, vişneyle votkayı karıştırıp içki yapmasını bilen kadınlara gitmeliler. Sorularını onlara, kitaplardan bile çok onlara, sormalılar. İnsan kendine ihanet ederek öğrenir ihanet etmemesi gereken tek kişinin kendi olduğunu. Belleri, boyunları, karınları ağrıyan, sabahları yorgun kalkan genç kadınlar, mutlaka bir süre önce kendilerine büyük bir ihanet ettiler. Şimdi onun bedelini öğrenmekteler. Yaşadıkları ardında uzun bir deniz gibi serili duran yaşlı kadınlar o denize bakıp, oradan bir taş çıkarıp, eskide, derinde kalmışlardan söyleyeceklerdir onlara neyin ne olduğunu. Kitaplar yapamaz bunu. Yaşlı kadınlar bunu bilirler. Yaşlı kadınlar hayatın büyücüsüdür. " dediğinden ve ben bu satırlara en savunmasız olduğum ayda denk geldiğimden belki. Bu yazı kızı olanlar için çok güzel bir yazı olduğundan belki. 
"Çilek kız" doğum günü pastamdan kalanları yiyorum, pasta sevmeyen ben, doğum günü pastasının asıl büyükler için olduğunu, kızların bazen daha, biraz daha tatlı yemesinin gerekebileceğini şimdi daha iyi anlıyorum. Biraz daha pasta ve sonra yine gülümseyerek şöyle diyebileceğim:"Heeyy, ben geldimm".


17 Şubat 2011 Perşembe

Arkanda Bıraktıkların...

Çevreye daha duyarlı yaşamak için ne yapmak lazım konusunda okuma merakım yine depreşmiş durumda; bu bana yılda en az bir kez oluyor ama...
  • Doğada en çok parçalanabilen deterjan geçişim hala bulaşık deterjanı ile sınırlı
  • İş yerinde haftada ortalama 6 pet şişelik bir "kalıcı" çöp üretiyorum, evdeki çöpler de buna yakındır
  • Eve giren naylon torba sayısını çok iyi azaltamıyorum
  • Bu kış nedense daha çok üşüyüp evi de ara ara daha fazla ısıtıyorum
  • Az da olsa bir şekilde atık su sistemlerine karışan kızartma yağlarında payım var
  • Fırsat buldukça gezmeye çalıştığımdan fazladan karbon ayak izi bırakıyorum
  • Çok sayıda hazır, ambalajlı ürün alıyorum, kat kat ambalajlıları da var üstelik, ürünleri korumak için bu kadar ambalaj gerekli mi sorusunun cevabını bilmiyorum
  • Gerçekten ihtiyacım olmayan hiç bir giysim yok diyemem 
  • ...vs. vs.                   
Derdin mi yok demeyin, siz dünyadan gittikten yüz yıl sonra, bir vakitler kullandığınız bir naylon torbanın hala bir yerlerde dolaşıyor ve insanların hayatını olumsuz etkiliyor olması ihtimali arkanızda bırakmak istediğiniz bir şey mi? Diğer ihtimalleri de hatırlamak için buyurun. Hem, biraz daha dikkatli yaşamanın kime ne zararı olabilir ki?

9 Şubat 2011 Çarşamba

Sarı Yelkenli


Sarı Çizmeli için bu pano malzemesini alıp yapmaya başladığımda ilk doğum gününe birkaç hafta vardı. Ben o kadar becerikli çıktım ki panoyu bitirdiğim hafta, bu hafta, iki yaş üç aylık olmuş:)
Tesellim, bu sürede UE'nin denizlere açılmış bu küçük yelkenli kadar özgür bir birey olacağına dair verdiği ışık. Işığın hiç sönmesin UE.

3 Şubat 2011 Perşembe

İstanbul'da 2 Gün

İstanbul'da bir haftasonu.Pek turistik olmayan bir zamanda, müze kuyruklarında perişan olmadan, lokantalarda tıklım tıkış oturmadan, tarihi yarımadada gezeceğimiz  yerlere yürüme mesafesinde makul fiyata konaklayarak kısa bir tatil.
İlk gün; Ayasofya, Sultanahmet, Yerebatan Sarnıcı, bir çay içimlik Kapalı Çarşı, bir Mimar Sinan ve Kanuni ziyareti gibi Süleymaniye.
 İkinci gün; Topkapı Sarayı, Eminönü-Üsküdar vapur hattı, Eminönü'nde balık-ekmek, Galata Kulesi, İstiklal Cad.
Hava soğuk, İstanbul'un nemiyle uzun dışarıda kalma süremiz birleştikçe buz kesiyoruz.
Vapurda, Müze'nin Kahvesi'nde, orada burada çay içerek ısınıyor, gezmeye devam ediyoruz. Yüzümüzden yağmurlar süzülerek kendimize sıcak bir mola köşesi ararken İstanbul sokaklarını çok iyi tanıdığını farkettiğimiz babamın hala "Şu sokaktan gidersek alçağa inmeyiz, daha manzaralı yürürüz" hesabı yapabilir olmasına gülmeden duramıyoruz. Müzelerdeki lamba ışıklarına şömine muamelesi yapıp karşısına kıvrılan İstanbul kedileri gibiyiz; 

 keyfimiz yerinde...


28 Ocak 2011 Cuma

Tatlı Şeyler...

Bu kestane kabağı, yengemle amcamın elinden yetişme ve yengemin deyişiyle "Organik, Allah'ın suyundan başka bir şey yok içinde". Kestane kabak pek güzelsin ama bizim için bildiğin devsin!
Senle uğraşmak kolay iş değil, yıkanıp paklandıktan sonra güçlü kollarla dilimlenmeli, iri iri parçalanmalısın. Kabukların derin soyulmamalı, yeşil renginden izler kalmalı dilimlerde.
Yayvan bir tencereye bir kat senden, bir kat şeker, bir kat senden ve son bir kat daha şeker konulmalı akşamdan; sabaha kadar sulanmak için bırakılmalısın. Şeker miktarı konusunda çok hassassın; ölçülü tariflerde kabak/şeker için bire yarım ölçüsü önerilmiş ama öyle yapsam çok şeker şerbet bir kabak olacağını önceki bir tecrübeden biliyorum.Bu nedenle hafızamı yoklayıp ilk seferde, bizim evdeki mutfak donanımı için öyle büyüksün ki üç farklı seferde pişireceğiz seni, annemin akşamdan şekerleyip bir gece beklettiği kabak tenceresinin görüntüsünü getirmeye çalışıyorum gözümün önüne, bunu yaparken tencereyi tartıyorum da. Kabaca 2 kg kabağa 600 gr'dan birazcık fazla şeker koyuyorum. 
Sabaha kadar sulanan kabağın, ilk 5 dakikası harlı, sonrası orta ateşte olmak üzere 50 dakika kadar sürüyor pişmesi. İlkini yiyenlerden güzel haberler geliyor. İkinci ve üçüncü sefer pişenleri ucundan tadıyorum; ikinci seferde şekeri az geliyor, üçüncü seferi çok sıcakken tadıp paketlediğimden pek anlayamıyorum ama galiba onun da şekeri az. "E madem ölçtün ilk seferde şekeri, niye sonrakilere aynı ölçüyü kullanmayıp göz kararıyla denk getirmeye çalışıyorsun?" diyorsunuz, duyuyorum, "hık, mık, haklısınız"  diyebiliyorum yalnızca. "Ama, ama ben pişmiş kabağa pekmez, süt dökülüp biraz fırınlanan tarifler görmüş, onları denemeyi planlamıştım, fırsat olmadı" diye mırıldanıyorum.
Şekeri ayarlı, ayarsız, kestane kabak yolculuğunu, eşimin iş arkadaşlarıyla balık pişirme buluşmasında, üst komşularımızın çay saatinde, bizim tatlı kaçamağımızda, doğmaya hazırlanan bir küçük hanımın pıtır pıtır yeni hücreler yapmasında, abimin mutfağında, ev işlerindeki yardımcımızın akşam eve dönüş paketinde tamamlıyor. Çekirdekleri de kahve6'nın tohum bankasında;) yerini alıyor. "Allah'ın suyu" nu ne kadar içtiysen kestane kabak, bir mahalle dolusu insana yetiyorsun, beni gülümsetiyorsun:).