İstanbul etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
İstanbul etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

15 Ekim 2012 Pazartesi

İçi Beni Dışı Beni Yakan Bir Şey...

Yemekle ilgili yazıların bir kısmına "...şunu sevmem, bunu sevmem..." diye başlamışlığım var. Beni içli köfte ile yanyana görseniz gülersiniz bu yazdıklarıma ki densizlik zaten, gülmek lazım. İçli köfte nerenin yemeğidir? Urfa'nın mı? Antep'in mi?Adana'nın mı? Güneyin demek yetmez mi? Güneyden değilim ben, içli köfte yoktu çocukluğumun bayram yemeklerinde, misafir sofralarında ama hayalimdir, evde içli köfteler yapayım, arkadaşlarımın kalabalık davetlerine giderken bir tencere sıcacık içli köfte bırakayım mutfak tezgahına. "Iımmm, M.'nin içli köftesi değil mi bu? Nefis, nefis" desin masadakiler, üçer beşer yesinler. Benim misafirlerimse istesinler önceden, "İçli köfte de yapacaksın değil mi?"
Çiya'nınki gibi olsun yaptığım içli köfteler, sanki yağda kızartılmamışlar, sanki çook hafif bir kuzu kıyması ile doldurulmuşlar; cevizi dişe gelsin, rengi altın sarısı olsun. Çiya Sofrası İstanbul'da, Kadıköy Balıkçılar Çarşısı'nda. Yemek dergilerinde, kitaplarda imrenerek okuduğum Musa Bey ve Zeynep Hanım'ın  ellerinden çıkmış bu değerli sofraya oturmak bu sonbaharki İstanbul ziyaretimize kısmetmiş.
Biz bu aralar yemek işini abartmaktan kaçınmaya çalıştığımız, diş tedavisi nedeniyle eşimin çiğneme yetisi de bir süreliğine kullanım dışı olduğu için Çiya'daki soframız şu kadarcıktı. 
Lahmacunsuz, künefesiz biraz öksüz, benim çektiğim fotoğrafla hak etmediği kadar havasız ama kendine göre de cesur: Falafel, içli köfte ve kuru dolmaya eklenen kelek yoğurtlaması ile. Kelek yoğurtlaması? Hürmetim var ama doğruya doğru, nerede başkaları, neredee içli köfte:).

1 Mayıs 2012 Salı

2 Haftasonu, 2 Şehir, Biraz Fotoğraf...


İlkbaharda yemyeşil Bursa, Çekirge'den.



Bir hafta sonra İstanbul, Emirgan Korusu.
Bursa ve İstanbul, yeşilin hiç mi hiç nazlanmadığı şehirlerden; Ankara'da bitkilerin gözünün içine bakarken biraz daha serpilsinler diye, bu şehirlerde, sanki bir ağaç gölgesinde uyuyakalsanız, uyandığınızda sizi sarıp sarmalamış bir sarmaşığın dalları arasında buluvereceksiniz kendinizi. 

Bursa, Cumalıkızık'ın ekmekleri. Söyleyebileceğim en mühim şey galiba şu, görüntünün bu masumiyetini koruması için, erkenden girmeli ve kalabalık bastırmadan çıkmalısınız bu eski Osmanlı köyünden:).

İstanbul, Sakıp Sabancı Müzesi'nden Rembrandt ve Çağdaşları sergisindeki fırıncının ekmekleri(anlaşılan o ki ben hep aynı şeylerin fotoğrafını çekiyorum:)).
Kahvaltı için çok gözde bir yer gibi görünen Emirgan'ı tatlı hatırlamak için vereceğim sır Cumalıkızık'la birebir aynı. İstanbul, insanların kahvaltıya masa boşalsın diye, bebek arabasıyla bile, kafe önlerinde sıra beklediği bir şehir. Biz ki kendimizi erkenci sanırdık, 9:00'da Emirgan Korusu'ndaki Sarı Köşk'te tek bir masa boştu. Allah'tan, Ankara'dan farklı olarak kahvaltı keyfini pek uzatmıyor kimse de bekleyenlere yer açılıyor. 
Bursa'nın sürprizi, abimle yaşıt Durak Muhallebicisi(1969)'ndeki molalar. Sade ve güzel tatlar, sakin bir arka bahçe, makul fiyatlar, mahir garsonlar. Kaymaklarını bile kendileri yapıyorlarmış.

İstanbul'un sürprizi, 1453 Panoramik Müzesi'ndeki etkileyici gökkubbenin altından geçtikten sonra bir kaç sayfasının paylaşıldığı bu çocukluk defteri ile gözgöze gelmek. Defterin sahibi, Fatih Sultan Mehmet. Çocukken imza denemesi yapmak çoook eski bir alışkanlıkmış demek.

23 Kasım 2011 Çarşamba

Mısır Çarşısı'nda...

bakına bakına dolaşan, renklerin, kokuların arasında kayıp iki "turist"tik. 
Kurukahveci Mehmet Efendi'nin önündeki uzun sıra çekti dikkatimizi, uslu uslu sıraya geçip 200 gr. kahve aldık önce, sonra onu gördük.
Soğuktu, tatlı ve çay için iyi zamandı.

Meğer Tatlıcı Safa'da tulumba yemek için her zaman iyi zamanmış.
Kalabalığa bakılırsa İstanbullular, hatta soğuktan korunmak için bir takke edinmiş şu Alman amca bile farkındaymış bunun:)

20 Kasım 2011 Pazar

"Aşık Oldum"

diyor yeğenim bir şeyi çok beğendiğinde.

Yenikapı Mevlevihanesi'ni de görse böyle derdi muhakkak.

2007'nin UNESCO tarafından Mevlana Yılı ilan edilmesi münasebetiyle restorasyonuna başlanmış mevlevihane, neredeyse sıfırdan tekrar yapılmış. 1597 tarihli, konumu ve 77 dönümlük arazisi ile döneminin asitanelerinden biri olan mevlevihane bugün 7 dönüme yerleşmiş.
Tepeden tırnağa ahşaptan yeniden inşa edilmiş mevlevihaneyi akşam karanlığında görebildim. Türkiye'nin en büyük ahşap kubbesi olan ve restorasyon sırasında iki kez yıkılıp tekrar yapılmak zorunda kalınan(ne emek!) semahane kubbesinin altında bir sema törenine katılma şansım da oldu. 
Müzik biraz yavaşladığında, semazenlerin ahşap döşeme üstünde dönüş seslerini duyacak kadar sakin bir akşamdı. "Dinle neyden..." diye ufak ufak anlatmaya başlamış Emin Işık Hoca'yı yakından dinleyebildiğimiz bu aydınlık akşamda, aşık olmaktan öte bir seçenek de yoktu.

3 Şubat 2011 Perşembe

İstanbul'da 2 Gün

İstanbul'da bir haftasonu.Pek turistik olmayan bir zamanda, müze kuyruklarında perişan olmadan, lokantalarda tıklım tıkış oturmadan, tarihi yarımadada gezeceğimiz  yerlere yürüme mesafesinde makul fiyata konaklayarak kısa bir tatil.
İlk gün; Ayasofya, Sultanahmet, Yerebatan Sarnıcı, bir çay içimlik Kapalı Çarşı, bir Mimar Sinan ve Kanuni ziyareti gibi Süleymaniye.
 İkinci gün; Topkapı Sarayı, Eminönü-Üsküdar vapur hattı, Eminönü'nde balık-ekmek, Galata Kulesi, İstiklal Cad.
Hava soğuk, İstanbul'un nemiyle uzun dışarıda kalma süremiz birleştikçe buz kesiyoruz.
Vapurda, Müze'nin Kahvesi'nde, orada burada çay içerek ısınıyor, gezmeye devam ediyoruz. Yüzümüzden yağmurlar süzülerek kendimize sıcak bir mola köşesi ararken İstanbul sokaklarını çok iyi tanıdığını farkettiğimiz babamın hala "Şu sokaktan gidersek alçağa inmeyiz, daha manzaralı yürürüz" hesabı yapabilir olmasına gülmeden duramıyoruz. Müzelerdeki lamba ışıklarına şömine muamelesi yapıp karşısına kıvrılan İstanbul kedileri gibiyiz; 

 keyfimiz yerinde...