8 Nisan 2012 Pazar

Ekşi Mayaya Veda...

İkinci ekşi maya denememdi. İlk denemede değil ekşi mayalı ekmeği, mayanın kendisini bile üretememişken Cenk'in ayak izlerinden yürüyerek tam da onun fotoğraflarındaki gibi görünen bir ekşi maya elde edebilmiştim.
Ama sıra ekmek yapmaya geldiğinde işler o kadar parlak gitmedi.
Sürekli evde olamayan biri olarak tuhaf saatlerde (gece 03:30, sabah 05:00...) yataktan kalkıp ekmek mayalama sürecini devam ettirmeye çalışsam da ne Cenk ne Kantin e haliyle ne de Tartine Bakery kadar gözenekli, çıtır kabuklu ekmekler kotarabildim. Bizim evde, ekşi mayalı ekmekler ister saatlerce elde yoğurulmuş, ister ekmek makinesinde mayalanmış olsunlar, hep biraz tıkız, biraz fazla çatlak kabuklu olageldiler.
Buna rağmen ekşi mayaya küsmedim, onu elverdiğince beslemeye, yaşatmaya devam ettim. Yine de ekşi mayasına isim vermeye, onu yıllarca seyahatlerde bile beslemeye devam edebilmek için bavulda taşımaya kadar işi vardıranlardan olamayacağım belliydi.
Bu yüzden bu sabah son kez çıktı ekşi maya buzdolabından.
Köyden gelen tam buğday unundan son kalanlarla beslendi, ılık bir yere bırakıldı.
Akşamüstü ekmek makinesinde yoğuruldu, mayalanma yavaşlasın diye buzdolabına kaldırıldı.
Akşam çökmek üzereyken kendini ekmek tahtasının üstünde buldu önce, sonra da minik bazlamalara dönüşüp dinlenmek için bir örtünün altına gizlendi.
Belli ki tatlı bir vedaya hazırlanmıştı bizim ekşi maya, hiç göstermediği kabarma performansını teflon tavada kabardıkça kabararak gösterdi, sanki tam buğday unundan yapılan o değildi.
Bizi, azdan çok çıkarmasını bilen becerikli bir anne gibi besledi, akşam yürüyüşünden sonra, çay, semizotu salatası, peynir, ceviz ve biraz tereyağıyla.
Ekşi maya, ekşi maya, şimdilik hoşçakal ama bil ki hem bizim mutfakta hem gönlümüzde her daim yer olacak sana.

7 Nisan 2012 Cumartesi

"Ben seni gördüm, sen beni gördün..."

Kış, benim gibi bir serinsever için bile zorluydu.
Baharın varlığını hisseder hissetmez havada, yerimde duramaz olmam bu yüzden.
Bu yerimde duramamazlık kendi içinde tuhaf, hem hiç bir şey yapacak halim yok gibi, hem evlere sığmıyorum.
Bundan olacak, erkenden "çiğdeme çıkalım" diye kapısını çaldım babamların.
Çıktık da, henüz hiç bir ot, ağaç, çiçek dışarı vurmamışken uyanmanın ipuçlarını, dere tepe çiğdem aradık.
Bir bu öksüz çiğdem(kardelen de derlermiş) çıktı karşımıza, 




bir de bu çiğdemcik, taş gibi sert bir topraktan (yumuşak, gevşek toprakta olurmuş çiğdemgiller) erkenden başını çıkaracak kadar inatçı.

Çocukken çiğdemden eve döndüklerinde babamlar, babamın babaannesi, sevinçle alırmış kendisine uzatılan çiğdemleri, yüzüne sürerken mırıldanırmış bir şarkı gibi, "ben seni gördüm, sen beni gördün" diye. Bir tek o değil, neredeyse tüm yaşlılar yaparmış bunu.Yaşlı bir insanın bir bahar daha görecek olmasından duyduğu mutluluktan bir çiğdemle selamlaşma çıkarmış eski, güzel, incelikli insanlar.

Biz seni gördük, sen bizi gördün küçük çiğdemcik, bahar eksik olmasın üstümüzden.