25 Haziran 2011 Cumartesi

Sivas:"Madem ki Ben Bir Gezginim"

Tatilde Sivas,Divriği,Kemaliye,...,Ürgüp diye bir patika seçmişseniz ve sizin gibi yapanlardan ilham almak için İnternet'e başvurmuşsanız, karşınıza iki gezgin profili çıkıyor. Birincisi bisikletle, motorsikletle nereye olsa gideriz, zaten gezi bahane, iki tekerlek üstünde olmak şahane diyenler, yolun götürdüğü yerden ziyade yolda olmaktan keyif alanlar. İkincisi, bir derneğin belirli bir etkinlik için buralara gelmiş ve "Ayşe Teyze bizi mükellef bir kahvaltı sofrasıyla karşıladı, Cahit Bey'lerle toplantıdan sonra derneğin yemyeşil bahçesinde çay sohbetine doyamadık, meslek lisesinin kız öğrencileri nefis kurabiyeler yapmıştı, sonra da valiliğe geçip bizim için hazırlanmış tanıtım filmini izledik" 'leriyle sizi kıskandıran üyeleri. İki kategoriye de girmiyorsanız, elinizde merakınızdan, bu memleketlerden olan arkadaşlarınızdan, geçmiş gezi tecrübelerinizden başka bir kılavuz olmuyor. Aslında aradığınız var olanı anlamaya ve tanımaya çalışmak, kendi rutininizden kaçmaksa bu kadarı da yetiyor.

Ankara'dan 7 saatlik bir otobüs yolculuğuyla Sivas'a ulaşıyor, en çok yarım saatte otele eşyalarınızı bırakıp, standart Anadolu gezi setinizi(tarihi her yer biraz ibadet demek, bu nedenle her an örtüye dönüşebilecek bir şal, bir hırka, ben turistim diye bağırmayan bir fotoğraf makinesi, GPS) alıp dışarı çıkıyorsunuz. Zaten o kadar çok yer yürüme mesafesinde ki. Sivas'ta akşamüstü insanlar sokaklarda, parklarda. Sıkılan bir şehir değil burası, kendi temposu olan, gezen, çalışan, yaşayan, üstelik bu tempo pahasına yeninin eskiyi büsbütün yok etmediği bir şehir. Biraz soluklanmak için durup şehre her baktığınızda, bir Selçuklu, Osmanlı, yakın dönem Cumhuriyet eserini aynı karede görebilirsiniz. Önemli eserlerin pek çoğu (Çifte Minareli Medrese, Buruciye Medresesi, BehramPaşa Hanı, Gökmedrese...) restorasyonda; tamamlanmamış halleriyle bile çok etkileyiciler, öyle ki Gökmedrese'ye mesela, aşık olmanız an meselesi. 

Sırf yarım saatlik bu aşk için bile gelebilirmişsiniz buraya, etrafında fırıl fırıl dolanabilir, uzaktan da olsa hayat ağacı motiflerine, enfes taç kapısına, her santimetrekaresi işlenmiş minarelerine bakabilirmişsiniz. 
İnsanlara biraz daha yaklaşınca, hani ertesi gün için araba kiralamak amacıyla girdiğiniz Avis ofisinde, sırf arkadaşınızın önerdiği Sivas köftecisi yakında bir yerlerde mi diye sorduğunuzda, biraz uzak diye sizi kendi arabasıyla bıraktırmayı çok doğal bulan Fikri Bey'le eşleştirebilirmişsiniz Sivas'lıları kafanızda ve pek de yanılmazmışsınız gezi boyunca. Sivas köftesinin yanında çorba, yoğurt, salata, turşu, ayranı ikram eden(!) işletmenin sahibi, sizi işletmenin bakır çay ocağına dövülmüş ismini fotoğraflarken yakalayınca, 


dükkanın her yerindeki tabelalara çekiştirip kolunuzdan, "burada da yazıyor, bunu da çekebilirsiniz" dediğinde gerçek şeylere gülümsemenin güzelliğini hatırlayabilirmişsiniz. Yine tavsiye üzerine akşamüstü uğradığınız Çerkez'in kahvesinde içtiğiniz en leziz orta kahvelerden birini yudumlarken, hem de kallavi fincanda(büyük, kulpsuz fincan), içeriyi fotoğraflayabilir miyim sorusundan sonra "tabii ama çay ocağını değil" diye ayar verildiğini işittiğinizde çok ama çookk hoşlanabilirmişsiniz bu prensip sahibi yerden. 
Gazeteci, öğretim üyesi ve yazar Ahmet Turan Alkan, Sivas’ı anlattığı ‘Altıncı Şehir’ kitabında Çerkezin Kahvesi için “Mermer tablalı ağır masaların etrafında, ağır adamlar, ağır edalarıyla, ciddiyetle hüznün buluştuğu bir ifadeyle oturur, tavşan kanı ağır çaylar, ama ille de kaynaya kaynaya zifti çıkmış zehir-zıkkım acı kahveler içerler. Orta kahve istemek gafletinde bulunan tıfıl ve cahil yabancılar haricinde herkes birbirini tanır." demiş. Orta kahvenin lezzeti, "tıfıl ve cahil yabancılığınıza" değermiş doğrusu:).
Nerede Sivas türküsü dinlerim sorusu aklınızda, Ulu Cami'nin etrafından kıvrıla kıvrıla yürürken Sivas'lıların çay bahçelerine dizim dizim dizilmiş olduğunu görüp aralarına katıldığınızda, aslında her çay bahçesinde canlı müzik yapıldığını, Ahmet Kaya şarkılarının türkülere karıştığını, hiiiç üşenilmeden halay bile çekildiğini şaşkınlıkla gördüğünüzde-niye şaşırdınız ki aslında, siz Kırşehirlilerin gölgesinde bir Kırıkkale'de büyüdünüz ve çay bahçelerinde Neşet Ertaş türküleri dinlenirdi yaz akşamları çekirdek ve çay eşliğinde:)- mırıldanabilirmişsiniz:


İnsan Hakta Hak İnsanda/Ne Ararsan Var İnsanda
Çok Marifet Var İnsanda / Mademki Ben Bir İnsanım (Aşık İsmail Daimi)


Sivas'taki bu hummalı restorasyon bittiğinde, belli ki çok daha cazip bir turistik nokta olacak, böylesini sevene. Şu anda bile gördüğüm en iyi etnoğrafya müzelerinden biri burada, Sivas Kongresi için de kullanılmış binada, bugünün 4 Eylül Kongre Merkezi'nde. Sivas'tan bir şeyler almak isterseniz Buruciye Medresesi içinde, valilik tarafından da desteklenen dükkanlarda Sivas bıçaklarından, kilimlere, ağızlıklardan bakır ve gümüş eşyalara, bağlamadan küçük ölçekli ahşap işlerine kadar hediyelikler bulmak mümkün. 1926 tarihli Talas Kahve'den kahve de eklenebilir bunlara. 


Sivas'ın yöresel lezzetlerini de göz ardı etmemek gerek; Gürün bulguru, Gürün dut pekmezi...diye bir ucundan başlarsanız alışverişe, arkası gelir:). Başka yerde şu ana kadar görmediğim "..Bal Evi" dükkanları da burada çok yaygın. 
Sivas'tan Divriği'ye giderken 1950 m. rakımlı Karaşar Geçidi civarında öyle çok arı kovanı gördük ki muhtemeldir bu balların pek çoğu sizi mahçup etmeyecek, ağzınızı gerçekten tatlandıracak cinsten.


Sivas'a 1.5 gün ayırabildik biz, belki bir akşamüstümüz daha olacak. Çok sevdiğim katmeri dışında Fikri Bey'in övdüğü çörekten tatmak, bir kallavi fincan kahve daha içmek için bir akşamüstü, bu yüzden Sivas'ı anlattıklarımla sınırlı sanmayın sakın, bunların "tıfıl ve cahil bir yabancının" Sivas notları olduğunu hatırlayın.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder