10 Eylül 2012 Pazartesi

Münih'te Ne Yesek?

"3 kişi 5 porsiyon ciğer, 8 lahmacun yedik, iç pilavla kuzu tandırın tadına baktık, 4 künefenin üstüne 2 sütlacı paylaşmadan edemedik" yazılarının yemek yeme zevkini tanımladığı bir dünyada yaşıyoruz. Benim yemek anlayışımın bu çok iştahlı dünyada kendine bir yer bulması pek mümkün görünmüyor şimdilik ama İnternet gurmeleriyle hiç ortak yanımız yok da diyemem: Çoklukla, ben de en az onlar kadar merak duyuyorum gittiğim yerlerdeki lezzetlere, yeme içme alışkanlıklarına. Münih, Avrupa'nın en pahalı kentlerinden biri olmasına rağmen, makul fiyatlara güzel şeyler bulup yemek için çok uğraşmak gerekmiyor, burası bir kafeler ve lokantalar diyarı. Akşam saatlerinde neredeyse tüm kafelerde sokaklara taşan masa sayısı iki üç katına çıkıyor.  Şu fotoğraf akşam vakti çekilmedi ama yine de iyi bir fikir verebilir durum hakkında. 
Herhalde dışarıda yemek konusundaki bu yoğun tercih, garsonları becerikli, kahveleri her daim taze, yemekleri oldukça lezzetli kılan şeylerden biri.
Yurtdışında en çabuk özlediğimiz şey sulu yemek ve sebze; bunu telafi etmek için bulduğumuz en kolay çözümse çorba ve salatalar. İlkten söyleyeyim, seviyorsanız, Münih'te, hele de sonbaharda, her fırsatta domates çorbası için ve ortalama servis kalitesi çok yüksek kafelerinde çeşit çeşit salatalardan yiyin. Burada İtalyan yemekleri yapan yerler yaygın, pek makarna düşkünü değilim ama nefis domates soslu, peynirli, fesleğenli makarnalarını bayılarak yedim. Bavyeralıların eli tuza rahat gidiyor, yağı ve şekeri ise o kadar abartmıyorlar, yeşillikler çok kullanılıyor ve her zaman diri diri sofraya geliyorlar. Marienplatz'daki Schubeck's Orlando, Italian Connection bu lezzetler için güzel adresler.
Patates çorbası, patatesli yemekler de sık sık çıkıyor karşınıza; bunun için kentin en eski birahanesi Hofbrauhaus. Biz ne çok meşhur sosislerden yiyor ne de bira içiyoruz, kocaman bira bardakları bizim için maden suyu ile dolduruluyor ama Münih'e gelip buraya girmeden, neredeyde yüzlerce masada aynı anda kusursuzca yapılan servisi görmeden; yerel giysili, güleç garsonlarla konuşmadan, canlı Bavyera müziği kulağınızda, şu güzelim tavanlara, duvarlara uzun uzun bakmadan gitmek Bavyera deneyimini biraz eksik bırakabilir sanki. 
Siz yemek yerken, bir bira içmek için uğramış Almanların masanızın ucuna ilişip biralarını bitirdikten sonra size güleryüzle afiyet olsun deyip kalkmaları gibi durmadan "Almanların nesi soğukmuş acaba?" dedirten şeyler yaşamak da cabası.
Almanlar sebzeleri çok zahmetli yöntemlerle pişirmiyorlar, karışık sebze kavurmaları, fırınlanmış, haşlanmış, biraz beşamel ya da domates sosla harmanlanmış sebze yemekleri bol. Kuşkonmazın mutfaklarında mühim bir yeri olduğunu öğreniyorum; hatta mevsiminde, Mayıs-Temmuz aylarında kuşkonmaz dışında herhangi bir sebzeyi menüsüne koymayan lokantalar bile olduğunu okuyorum. Benim tabağımdaki kuşkonmaz haşlanmış, bu mevsim için oldukça güzel geliyor.

Almanya'da 10.000'den fazla fırında 600 civarında ekmek, hamur işi nevinden ürün satılmakta imiş; ekmekleri gerçekten taze, çeşitli ve lezzetli. Biz, otelimizin yanındaki Wimmer'ı tercih ediyoruz çoklukla kahvaltı etmek ve ara sıra ekmek almak için. Cevizli ekmeklerini seviyoruz, memlekete dönerken de çantamıza bir tane bu ekmekten atacak kadar hem de:). Hamur işleri bol malzemeli ve porsiyonlar iri. Maalesef Almanlar kadar sportmen olmayınca hepsinden tatmaya cesaret edemiyoruz ama kahvaltının vazgeçilmezi Pretzel + taze peynir ikilisini sık sık tercih ediyoruz.
Alman simidi Pretzel, üstüne serpiştirilmiş iri tuz taneleri nedeniyle biraz farklı gelebilir, sabahları işe koşturanların hemen bir kağıda sardırıp yanına aldığı Pretzel'lerin içine sürülmüş taze peynirin çoklukla yeşil soğanla karışık sunulmasını da yadırgayabilirsiniz.
Ben çok aykırı değilse yerel alışkanlıklara uymaya çalışmayı seviyorum; bu yüzden yağlı taze peynir (makbulü keçi sütündenmiş), soğan karışımını da gıkım çıkmadan bol bol yiyor, direnmiyorum. 
Hamur işleri demişken tatlılardan bahsetmeden olmaz. Orada da bizim memleketteki gibi eriğin tam zamanı. Pastane ve fırınların camlarında "yeni mahsul kestane şekeri çıkmıştır" nevinden, eriğin vakti olduğunu haber veren yazılar asılmış; Almanların en sevdiği tatlılar denildi mi erikli tartlar, çörekler ve Apfelstrudel herhalde listede iyi bir yerdeler. Schubeck's Orlando'nun Apfelstrudel'i yediklerimin en iyisi; birazcık yufka içinde tarçın ve şekerle pişmiş elma; iç malzemenin abartılmasını sevmeyen bana çok dengeli, çook leziz geliyor.

Bunlar dışında Almanlar'ın keklerini de çok sevdiğimi söylemek isterim: ben ki sağlamından bir kekseverim ve bildik kek tarifine yerli yersiz müdahalelerin yaratıcılık adı altında sunulmasına mübalağa ederek kızarım; bu yüzden Almanların keki kek olarak bırakmasına "Wunderbar!'" diyorum. Tadında şeker, kıvamında yağ, kabul edilebilir oranda iç malzeme. En çok kullanılan iç malzemelerden biri ahududu benzeri beer'cikler. Bu meyve ailesinin Türkçe'de tek bir karşılığı yok gibi,  o kadar farklı boy ve renkte beer var ki marketlerde, pazarlarda, sokaklardaki meyve arabalarında; işte benim fotoğraflayabildiklerim:
Almanlar çayı, genelde 2 fincanlık sıcak su içeren bir demlik, demlik poşeti ve fincanla sunuyorlar. Poşeti çıkarıp koymanız için ayrıca bir kap vermeyi ihmal etmiyorlar. Eilles yaygın ve köklü bir çay markası, hem siyah hem yeşil çayından sık sık içiyorum. Bu demlikle sunum da hoşuma gidiyor. Almanların önceliği ise kahve gibi görünüyor. Alman kahvesi Fransız ve İtalyan kahvelerinden sert, Amerikan kahvesinden yumuşakmış; bu kıvam bana da fena gelmiyor. Çok sayıda kahve dükkanı var; güleryüz, hızlı servis, taze ve iyi fiyata kahve hemen hepsinde.
Münih'te bolluğuna ve zenginliğine şaşırdığım şeylerden biri de deniz ürünleri. 400 şubeli büyük bir zincir olan Nordsee'nin fastfood sayılacak menülerinden birini tercih ederek bile iyi pişmiş, tadı yerinde bir balık yiyebilirsiniz.
Almanlar en doyurucu öğünü öğlen yiyor, akşamları Abendbrot (akşam ekmeği) dedikleri; çay, ekmek, peynir, biraz soğuk etten oluşan daha hafif bir şeyler atıştırıyorlarmış. Biz de bazen Galleria gibi büyük marketlerden nefis taze salatalar, mezeler(kısır bile), fırınlanıp zeytinyağına konulmuş patlıcanlar, kabaklar, krepler, peynirler(manda sütünden mozarella, yenmez mi şimdi;)), meyve ve yoğurtlar alıp otelde akşam ekmeği hazırlıyoruz kendimize, bunun da keyfi ayrı oluyor. Böyle bir sofrayı 10 Euro civarında bir maliyetle kurmak işten bile değil, bunu da gözden kaçırmamak lazım.
Market demişken; süt ürünlerinin bolluğunu seyretmek benim için ayrı bir zevk oldu. İlave krema ile hazırlanan rahmyogurt, yine kremamsı, sütsü bir yoğurt türevi gibi görünen, çoklukla tatlı yapımında kulllanılan quark, kahve ile tercih edilen yoğunlaştırılmış süt özel ilgi gösterdiğim bir kaçıydı bu ürünlerin.
Anlatmayı market rafına kadar vardırdım, artık durayım mı?
"Yediğin içtiğin senin olsun, bize gezip gördüğünü anlat" diyen nesillerden buralara nasıl geldik ki biz:)?

2 yorum: