7 Temmuz 2011 Perşembe

Kayseri:"Büyük Alim, Kanaatkar, Dünya ve Dinin Yüz Akı,...

Hayırlar Fatihi, Melike, bu mübarek camiinin yapılmasını emretti" yazıyor Hunat Camii'nin doğu kitabesinde. Tüm bu sıfatlar, I. Alaeddin Keykubat'ın eşi Rum asıllı Prenses Destina için.Prenses İslam'ı hiçbir zorlama olmadan kendi isteğiyle seçer. Zeki, çalışkan, dindar, kültürlü, cömert ve hayırsever bir kişi olarak kendisine bilge, büyük manasına gelen Huand (Hunat); eğitime ve öğretime yaptığı katkılardan dolayı da, ay parçası, etrafına nur ve güzellik saçan manasında Mahperi ismi verilir. Sultan Hanım payesi vermek için de, Hunat ismine Hatun eklenir. Kayseri'deki Hunat Hatun Külliyesi, restorasyon nedeniyle perdeler arkasında bir süreliğine ama Hunat Hatun'un şu güzelim sıfatlarını hangi perde gölgeleyebilir değil mi?
Kayseri'ye girdikten sonra yüksek blokların yanyana uzayıp gittiği bir iki bulvar boyunca ilerlemek erkenden huzursuz ediyor beni. Kendimi yeni bir hayal kırıklığına mı hazırlamalıyım acaba diye bir tereddüt geçse de içimden, bir süre bu binaları görmemiş gibi yapmaya karar veriyorum. Kararım işe yarıyor. 
Otel odasının penceresinden her akşam, her sabah farklı bir görünüme bürünen Erciyes'ler fotoğrafladıkça keyfim yerine geliyor: Bir Erciyes, iki Erciyes, üç Erciyes; evet, evet, burada biraz daha kalabilir, dinlenebilir ve dinginleşebiliriz Erciyes'in gölgesinde.
Kayseri, Erciyes fotoğrafları gibi açıyor kendisini yavaş yavaş bize. Tek yapmamız gereken, şehrin yeni bulvarlarından biraz uzaklaşıp Kayserililerin  park dediği ormancıklara dalmak, Mevlana'nın lalası ve atabeği Seyyid Burhaneddin Tırmizi'nin türbesi ve etrafındaki mezarlıklarda soluklanmakmış (Evet mezarlıkta soluklanabilirsiniz, böyle güzelindense hele, kendinizi bildiniz bileli sizin için huzurlu bir yerse orası, insanların hakkında kim, ne olduklarını bilmeden iyi bir şeyler düşünme hissi veriyorsa sebepsiz) 
Seyyid Burhaneddin, önce Mevlana'nın babasının öğrencisi olur, sonra da çok küçük yaşlarında Mevlana'nın yani o zamanın küçük Celaleddin'inin eğitimini üstlenir. Mevlana "bilginler sultanı" babasını kaybettiğinde, Seyyid Burhaneddin bunu manevi yoldan öğrenecek, Konya'ya giderek bir süreliğine daha genç yaştaki öğrencisinin eğitimine devam edecektir.
Türbenin yakınından pek uzaklaşmadan arkeoloji müzesini de gezip sonra yine müzeyle bağlantılı Kültür Cafe'nin sürpriz lezzetteki çayıyla mola veriyoruz: Bir çay, iki çay, dört Erciyes,..., yüksek bloklar yok, yüksek bloklar yok.
Yüksek bloklardan uzak bir nokta da şehrin merkezinde, kale surlarının hemen dibindeki kapalı çarşı ve civarı. Burası cıvıl cıvıl. Yiyeceklerin açıkta satılması konusunda ciddi bir titizliğim yok, geleneksel dükkanları seviyorum. Evliya Çelebi'ye soruyorum, "Temiz bakkal dükkanları vardır" diyor üstad, gerçekten bir pırıllık durumu var peynircilerde, pastırmacılarda. Yiyeceklerden söz etmişken, bu civarda Saray Çiftliği'nde bir mola iyi fikir ama dikkatli bir zamanlamayla: Etraftaki iş yerlerinde çalışanların öğle yemeği için tercih ettiği yerlerden biri burası, bu nedenle o vakitten biraz sonra gelmekte fayda var. Tamam Kayseri'nin pastırması meşhur ama ben ve pastırma kötü bir ikiliyiz. Bu yüzden şu da bir alternatif, hem de sıkı bir alternatif(Erzincan'daki çiftliklerden sonra bir de Saray Çiftliği aşkı. Kahve6'nın Çiftliği fikrine hızla yaklaşıyorum, uyarmadı demeyin;).)
 Yemek konusuna girmişken benim gibi bir mantı düşkününün Kayseri gezisinde mantıdan söz etmemesi olmaz ama burada da biraz nevi şahsına münhasır davranacağım. Kayseri mantısını meşhur Kaşıkla'da ve farklı vesilelerle Kayseri'den gelmiş hediye mantıları evde hazırlayarak tatmış olsam da benim mantım mümkünse irisinden, Kayseri'li olmayan annemin bir vakitler yaptığı mantılardan olmalı. Zaten Kayseri mantısının bulunmadığı kaç şehir kaldı memlekette? Bu nedenle ben size bir de yağlamayı tatmanızı önereceğim naçizane.

Kale etrafında kalıyoruz biraz daha, Güpgüpoğlu Konağı'na uğramadan olmazmış, konağı görünce anlıyoruz nedenini. Heybetli bir konak burası, selamlığın genişliğinden anlamak mümkün. Biraz Berlin İslam Eserleri Müzesi'ndeki Halep Odası gibi bu konakta duvardaki süslemeler, bezemeler. Birgi'deki Çakırhan Konağı'nı hatırlatıyor biraz da bana, Kayseri'yi anlamanızı sağlayan bir şeyler var bu konağın havasında, bu nedenle uğrayın mutlaka.
Kayseri rehberlerine baktığınıza mutlaka görmeniz önerilen yerlerden bir diğeri Kadir Has Kent Müzesi. Kayseri ve Ağırnas'lı Mimar Sinan hakkında bilgilendirici mini belgeseller izleyebileceğiniz, bir nevi dijital bir müze burası. Çok daha iyi düzenlenebilirdi belki ama  benim eleştiri hakkım az. 




Çünkü bu Kayseri gezisi de çok daha iyi düzenlenebilirdi; Ağırnas'a gitmeden, Sinan Usta'nın doğup büyüdüğü yerleri adımlamadan Sinan hayranlığınıza kim inanır? 
Kapuzbaşında gecelemeden, Erciyes'e çıkmadan Kayseri'nin hakkını vermiş olabilir misiniz? Sanırım hayır. 
Ama biraz yorucu bir gezinin son durağı olan Kayseri'de de ayaklarınız artık sizi taşımıyorsa çok da tembellik etmemişsinizdir. 
Anlaşmış bile olabilirsiniz Erciyes'le "Şimdilik bu kadar ama söz, yine geleceğim, bir gün yine kaldığımız yerden devam edeceğiz,şehrin her yerindeki kümbetlerde hayat ağacı arayacağız yine, restorasyonlar bitmiş olacak bu defa, serin medreselerin içine süzüleceğiz, katmer yiyeceğiz, Muhabbet Çay Bahçesi'nde varacağız kahvenin tadına "; altı Erciyes, yedi Erciyes...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder