İlkbaharda yemyeşil Bursa, Çekirge'den.
Bursa ve İstanbul, yeşilin hiç mi hiç nazlanmadığı şehirlerden; Ankara'da bitkilerin gözünün içine bakarken biraz daha serpilsinler diye, bu şehirlerde, sanki bir ağaç gölgesinde uyuyakalsanız, uyandığınızda sizi sarıp sarmalamış bir sarmaşığın dalları arasında buluvereceksiniz kendinizi.
Bursa, Cumalıkızık'ın ekmekleri. Söyleyebileceğim en mühim şey galiba şu, görüntünün bu masumiyetini koruması için, erkenden girmeli ve kalabalık bastırmadan çıkmalısınız bu eski Osmanlı köyünden:).
İstanbul, Sakıp Sabancı Müzesi'nden Rembrandt ve Çağdaşları sergisindeki fırıncının ekmekleri(anlaşılan o ki ben hep aynı şeylerin fotoğrafını çekiyorum:)).
Kahvaltı için çok gözde bir yer gibi görünen Emirgan'ı tatlı hatırlamak için vereceğim sır Cumalıkızık'la birebir aynı. İstanbul, insanların kahvaltıya masa boşalsın diye, bebek arabasıyla bile, kafe önlerinde sıra beklediği bir şehir. Biz ki kendimizi erkenci sanırdık, 9:00'da Emirgan Korusu'ndaki Sarı Köşk'te tek bir masa boştu. Allah'tan, Ankara'dan farklı olarak kahvaltı keyfini pek uzatmıyor kimse de bekleyenlere yer açılıyor.
Bursa'nın sürprizi, abimle yaşıt Durak Muhallebicisi(1969)'ndeki molalar. Sade ve güzel tatlar, sakin bir arka bahçe, makul fiyatlar, mahir garsonlar. Kaymaklarını bile kendileri yapıyorlarmış.
İstanbul'un sürprizi, 1453 Panoramik Müzesi'ndeki etkileyici gökkubbenin altından geçtikten sonra bir kaç sayfasının paylaşıldığı bu çocukluk defteri ile gözgöze gelmek. Defterin sahibi, Fatih Sultan Mehmet. Çocukken imza denemesi yapmak çoook eski bir alışkanlıkmış demek.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder